Her Zor Dönemde Hep İnsanlarımız Birbirinin Yaralarını Sarıyor.

Photo of author

Anasayfa » Haberler » Manşet » Her Zor Dönemde Hep İnsanlarımız Birbirinin Yaralarını Sarıyor.

Her Zor Dönemde Hep İnsanlarımız Birbirinin Yaralarını Sarıyor.

Her Zor Dönemde Hep İnsanlarımız Birbirinin Yaralarını Sarıyor.

Beğenmedikleri eski Türkiye, ellerine geçen her fırsatta 1999 depremi üzerinden aşağıladıkları ve eski Türkiye dedikleri ülke.

O depremde, Eski Türkiye  deprem sonrasında arama kurtarma çalışmaları için civar iller dahil olmak üzere tüm iş makinalarına ve cankurtaranlara el koymuştu.

Asker, sadece arama kurtarma için değil, can ve mal güvenliği, kamu düzeninin korunması için görevlendirilmişti.

Ne el koyulabilen iş makinası, ne de güvenlik için asker var.

İnsanlar kaderi iler baş başa.

Ve;

Bir daha gördük ki, siyasi iktidarın engellemeye çalıştığı “vatandaş haberciliği” ne kadar önemli.

Mesela;

Vatandaş haberciliği olmasaydı, Adıyaman, Hatay ve İskenderun’da yaşananları çok daha geç öğrenecektik.

Mesela Hatay’da yağmalanan marketleri göremeyecektik.

Mesela;

Üzülerek belirteyim ki, resmi kurumlara güvenmeyen vatandaş diğer STK ların yardım kampnayalarından haberi bile olmayacaktı.

Zira, siyasi iktidarın güdümünde olan medyanın verdiği bilgiler tatmin edici değil.

Vatandaş haberciliği olmasaydı, lokal depremleri, 1999 depremi ile kıyaslayıp, siyasi şov yapan iktidarın deprem konusunda bir adım bile atmadığını göremeyecektik.

Vatandaş haberciliği olmasaydı, Türkiye’nin gerçeklerle değil de algılarla yönetildiğini göremeyecektik.

Vatandaşa müjde olarak verilen haberlerin hiç bir bakana söz vermeyen AK Parti Genel Başkanının, ölüm ve fıtrat üzerinden verdiği mesajlara kendisisin de inamadığını, artçılar bitmeden deprem bölgesine gidemediğini vatandaş haberciliği sayesinde gördük.

Türkiye’yi yirmi yıldır yöneten ve son beş senesinde tek karar vericinin olduğu ülkede böylesi bir felaket ve sonrasında yapılan ve yapılmayanlar siyasetin malzemesi olacaktır.

Neredyse çeyrek asırdır ülkeyi yöneten iktidar yapılan ve yapılmayan-yapılamayanların tam olarak sorumlusudur.

Her 19 Ağustos yıl dönümünde yapılan bir birinin kopyası açıklamalar ortada duruyor.

En yakın olanı 2022 yılında.

Bakın ne deniyor?

“17 Ağustos 1999 Depremi’nde hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet diliyor, aradan geçen 23 yıla rağmen acıları hiç dinmeyen yakınlarının hüznünü yürekten paylaşıyorum. Bir daha aynı trajedilerle sınanmamak için yürüttüğümüz çalışmalara kararlılıkla devam edeceğiz.”

Evet, geçen 23 yılın 21 yılında tek başına iktidardınız.

Ne yaptınız?

Kentsel dönüşüm diye, çok zor yıkılan sağlam binaları yıkarak müteahhitlere rant sağladınız.

2018 yılında seçim kazanmak için imar barışı çıkararak, dikine mezarları ruhsatlandırdınız.

Karşı çıkan herkesi yaftaladınız.

Ne için?

Seçim kazanmak için.

Deprem uyarısı yapan ciddi uzmanları bezdirdiniz.

Türkiye Bilimler Akademisi’ni siyasi ranta çevirmek ve ele geçirmek için üyelerinin atamasını bilim insanlarına değil de hükümetin ataması için yasa değişikliği yaptınız.

Sonuçları malum.

Mühendislik fakültelerine bile, sırf ideolojiniz uğruna mühendis olmayan insanları dekan yaptınız.

İlk, orta ve lise okullarından temel bilimleri ders olarak kaldırdınız.

Liyakat yerine sadakat ve biatı dikkate alarak bilimi yok saydınız.

Üniversitelerde nitelik yerine, niceliğe önem vererek hocası olmayan okullar açtınız.

Düne kadar karşı çıktığınız YÖK ü ele geçirince, eskisini mumla aratır hale getirdiniz.

Lisede bile ders verme bilgi, beceri ve yeteneği olmayan insanlara akademik ünvanları verdiniz.

Bilim yerine, hurafeleri rehber edinen bir kitle oluşması için var gücünüzle çalıştınız.

Peki, sadece yönetenler mi suçlu?

Elbette değil.

Yönetenlere alkış tutanlar?

Yani ben, sen, o…

Hepimiz suçluyuz.

Altı batak olan arsasına, tarlasına imar bekleyen.

İmar sözüne istinaden yerel yönetici seçen.

Bilgisiz, yeteneksiz, liyakatsız çocuklarımız işe girsin, karar verici olsun diye oy veren bizler.

Bilimi anlamak yerine, cahil kalma tembelliğini seçen bizler.

Bol keseden verilen sınıf geçmeler, teşekkür belgeleri, takdirnameler.

İçleri bom boş olan diplomalarla avunan bizler.

Mühendisliği, bilimi cehalete tecih eden bizler.

Velhasılı hepimiz bu suçun ortaklarıyız.

Ancak;

Suçun temeli, baş sorumlusu bu ortamı hazırlayan siyeset erkidir.

Bu ülkeyi yirmiiki senedir yöneten zihniyettir.

Elbette, siyaset bir numaralı ve baş sorumludur.

Hani, siyasi iktidar sıkıştımı şu bu zihniyet diyor ya.

Gelecek nesiller, bugünlerin karanlığı için “O ZİHNİYET” diyecek.

Zihniyetin adını siz koyun.

Deprem veya diğer afetler siyasi malzeme konusu olur mu?

Olur, hem de nasıl olur.

Devletin birincil görevi, vatandaşlarının can güvenliğini sağlamakatır.

Devletin bu görevini sekteye uğratan, gerekli tedbirleri almayan/alamayan siyasi iktidar eleştirilir ve siyasetin konusu olur.

Olmayacaksa, siyaset niye var?

Her zor dönemde hep insanlarımız birbirinin yaralarını sarıyor.

Devletin asli görevi vatandaşın can ve mal güvenliğini korumaktır

Yorum yapın